Tevhid-i Huzuri ne demektir?
Tevhid-i Huzuri ne demektir?
Tevhid-i huzûri, tahkiki imanın bir meyvesi olup; kişinin her an
kendisini Allah-u Teâlânın huzurunda ve murakabesinde bilmesi, her
hadisede Cenab-ı Hakka pencereler açması ve Allahtan hiçbir an gafil
olmamasıdır. Huzûri imanın manasını, bu imana sahip olan bir kişi ile
taklidi iman sahibi olan bir kişiyi bazı makamlarda hayalen gezdirerek
daha iyi anlayabiliriz. Şöyle ki;
Huzûri iman sahibi bir kişi ile taklidi iman sahibi bir kişi oturmuş,
Karagöz ve Hacivat gölge oyununu seyrediyorlar. Taklidi iman sahibi;
oyuna dalmış, pürneşe ve gaflet içinde Allahı unutmuş bir halde
seyrediyor. Tevhid-i huzûri sahibi ise şöyle düşünür; Bu perdeler
muntazaman değişiyor. Halbuki sahnede olan karakterler hayatsız ve
şuursuz şeylerdir. Hayatı ve şuuru olmayanın, intizamla hareket etmesi,
konuşması, ilim, irade ve kudretin tezahürünü göstermesi mümkün
değildir. O halde değişen bu perdeler arkasında, değişmeyen bir el
olmalıdır ki, bu muntazam sahneler meydana gelebilsin. Bu değişmeyen el
de; hayat, ilim, irade, kudret ve diğer sıfatlara sahip olmalıdır. Böyle
bir el olmadan, bu sahnenin intizamını izah etmek mümkün değildir. O
eli görmesek te, varlığını inkar edemeyiz. Çünkü icraatı ortadadır.
Değişen perdelerden, değişmeyen bir ele ulaşan tevhid-i huzuri sahibi,
oradan da kâinata uçar ve tefekkür eder ki; Bu kainat ta, şu gölge oyunu
gibi daima değişir ve bu değişiklik içinde muntazaman idare edilir.
Halbuki bu kainattaki mahluklar da, şu gölge oyunundaki karakterler gibi
bir kısmı cansız, bir kısmı şuursuzdur. Bu cansız ve şuursuzların kendi
başlarına böyle hikmetli bir icraatı yapabilmeleri mümkün değildir. O
halde kâinat perdesi arkasında da değişmeyen bir zat olmalıdır. Bu
hikmetli icraat, Onun varlığından başka bir şeyle izah edilemez.
Neticede; aynı oyunu seyreden taklidi iman sahibi Allahtan gaflet
içinde iken, huzûri iman sahibi, gölge oyunundaki intizamla değişen
sahnelerden, değişmeyen bir ele, oradan da değişen kainata ve kainattan
da Allaha ulaşır ve onun hikmetli icraatını tefekkür eder. Aynı sahnede
iki farklı düşünce! Biri gaflette, diğeri ibret ve ilahi icraatı
tefekkürde
Daha sonra bu iki arkadaş gölge oyunundan ayrılarak bir lunaparka
giderler. Taklidi iman sahibi burada da gafil iken, huzûri iman sahibi
yine tefekkürdedir. Çarpışan arabalara bakar ve düşünür ve Allaha şöyle
bir kapı açar: İdare farklı ellerde olunca nasılda karışıklık oluyor.
Her şey birbirine çarpıyor, intizam bozuluyor. Demek intizam, ancak tek
bir zatın idaresiyle olabilir. İkinci el karışsa, karıştırır. Madem
kainatta karışıklık yok, o halde idarede farklı eller de yok. Demek bu
kainat, intizamıyla Allahın varlığına ve birliğine delildir. Zira
ikinci bir el olsaydı; yıldızlar, şu çarpışan arabalar gibi birbirine
çarpardı
Neticede; taklidi iman sahibi olan arkadaşı yine gafletteyken, o yine ibrette ve tefekkürdedir.
Daha sonra bu iki arkadaş lunaparktan çıkarak Dolmabahçe sarayına
girerler. İkisi de beş tonluk avizeye bakar. Taklidi iman sahibi;
avizede takılır, ustasını düşünür, ne ustaymış der, ustasının sanatını
tebrik eder. Ama aklına Allah ve Allahın sanatı hiç gelmez. Huzûri iman
sahibi ise, avizeye bakar ve der ki: Şu avize bile ustasız olamıyor.
Bütün dünya toplansa, şu avizenin tesadüfen var olduğuna ve bu saraya
kendi başına takıldığına bizi ikna edemez. Acaba, böyle bir avize bile
ustasız olamazsa, dünyamızın avizesi hükmünde olan güneş, hiç ustasız,
sahipsiz ve maliksiz olabilir mi?
Yani arkadaşı avizede ve ustasında takılıp kalırken, o, avizeden başını
kaldırır, dünya sarayının avizesi olan güneşe çıkar ve güneşten de
Cenab-ı Hakka pencereler açar, Onu düşünür, Onu tefekkür eder, Onun
huzurunda olduğunu bilir.
Bu hayali arkadaşlar son olarak ta büyükçe bir markete girerler. Taklidi
iman sahibi, yine gaflet içinde, değil sadece Allahı, kendisini bile
unutmuş etrafı seyrederken, huzûri iman sahibi olan arkadaşı marketteki
eşyaların intizamla dizilmesine ve eşyaların mükemmelen depo edilmesine
bakar ve der ki; şu küçücük dükkan bile, içindeki eşyaların mükemmelen
dizilmesi ve depo edilmesiyle bir zata işaret ederse ve kimse icraatı
göz önünde olan bu zatın varlığını inkar edemezse, şu dünya dükkanında
intizamla dizilmiş mahluklar ve depo edilmiş madenler, müdebbiri olan
zata işaret etmez mi? Ve Onu nezzam, müdebbir, alim gibi isimlerle bize
tanıttırmaz mı?
Neticede; taklidi iman sahibi yine gafletteyken, o yine ibret ve tefekkürdedir.
Bu hayali iki arkadaşı çok makamlarda gezdirmek mümkündür. İşin özü
şudur; huzûri iman sahibi her vakit Allah ile beraber olur, Onu
tefekkür eder, her şeyde Ona pencereler açar, daima Onun huzurunda
olduğunu hisseder ve histen de öte Onun ilim ve murakabesinden hariç
kalamayacağına hakka-l yakin inanır. Bu, büyük bir devlettir ve tahkik-i
imanı kazanarak ele geçirilebilecek bir imandır.
Rabbimiz, cümlemize böyle huzûri bir imanı nasip etsin. Âmin!