Şefaati inkar edenlerin iddialarına cevaplar
Şimdi şefaati inkâr etmeye çalışanların öne sürmeye çalıştıkları bazı sözde delillere cevap verelim:
1- Zümer suresi 44. ayette: De ki: Bütün şefaat Allahındır. buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu ayeti öne sürerek şefaati reddetmektedirler. Onlara göre bu ayet şefaatin tamamını Allaha vermekle diğer şefaat edicilerin vücudunu reddetmektedir.
Biz de deriz ki: Nisa suresi 139. ayette Bütün izzet ve şeref Allaha aittir. buyrularak -bütün şefaatin Allaha verilmesi gibi- bütün izzet de Allaha verilmiştir. Münafikun suresi 8. ayette ise İzzet ancak Allaha, Onun Resulüne ve müminlere mahsustur. buyrularak, Peygamber Efendimizin ve diğer müminlerin de izzet sahibi olduklarından bahsedilmiştir. Yani Nisa 139′da bütün izzetin Allaha ait olduğundan, Münafikun 8′de ise Allahın, Resulünün ve müminlerin de izzet sahibi olmasından bahsedilmiştir. Demek izzetin Allaha mahsus olması, Peygamberimizin ve müminlerin o izzetten mahrum olması neticesini vermemiştir.
Birbirine zıt gibi görünen bu iki ayetin vech-i tevfiki şudur: İzzet tamamıyla Cenab-ı Hakka mahsustur. Peygamberimizin ve müminlerin izzeti ise, Allahın onları aziz kılması iledir. Cenab-ı Hakkın izzeti zatî iken; diğerlerinin izzeti Allahın aziz kılması ile olmuş ve onların izzeti, bütün izzetin Allaha ait olması hakikatini değiştirmemiştir.
Şefaat durumunda da durum aynıdır. Bütün şefaatin Allaha mahsus olması, başka kimsenin şefaate malik olmayacağı manasına gelmez. Bunun manası şudur: Bütün şefaat Allaha mahsustur. Diğerlerinin şefaati ise ancak Allahın izni ve rızasına bağlıdır. Yani Allahın izni ve iradesi dışında kimse şefaat edemez.
Bu şuna benzer: Bizden başka kimsenin parası olmasa ve biz bu paradan bazı insanları istifade ettirsek, bu durumda desek ki: Bütün para bize aittir. Bu söz, bizim, parayı kimseye vermeyeceğimize değil; başkalarında bulunan paraların da aslında bize ait olduğunu ve bizim vermemizle onların buna malik olduklarını beyan etmektedir.
Bütün şefaat Allahındır. demek de aynen bunun gibidir. Yani kim şefaate yetkili kılındıysa, Allahın izni ile olmuştur ve ancak Allahın izin verdiği kişiye şefaat edebilecektir.
2- Bakara suresi 48. ayette: Öyle bir günden korkun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez. buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu ayet-i kerimeyi delil göstererek şefaati reddetmektedirler.
Biz de deriz ki: Kuran ayetlerini, nüzul sebeplerini bilmeden tefsir etmek büyük bir hatadır. İlk önce ayetlerin iniş sebepleri bilinmeli ve ayetler ona göre izah edilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, bu ayette olduğu gibi yanlış anlaşılmalar ortaya çıkacaktır. Bu ayetin iniş sebebi, Nesefi ve Ruhu-l Beyan tefsirlerinde zikredildiğine göre şu hadisedir: Yahudiler: Biz İbrahim ve İshak (aleyhimesselam)ın torunlarıyız. Bu sebeple Allah-u Teâlâ, onların bizim hakkımızdaki şefaatlerini kabul eder. Onlar bizi ateşten korur dediklerinde, Yahudilerin bu iddialarını reddetmek için bu ayet-i kerime nazil olmuştur. Demek bu ayet-i kerime kâfirler hakkında indirilmiştir. Yani kâfir olarak ölenlere şefaat edilmesi mümkün değildir. Mesela Hz. Nuh, kâfir olarak ölen oğluna; Hz. Lut, kâfir olarak ölen eşine ve yine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kâfir olarak ölen amcalarına şefaat edemeyeceklerdir.
Demek ayetteki Kimseden şefaat kabul edilmez. ifadesinin Müslüman olarak ölenler ile hiçbir alakası yoktur. Buna rağmen ayetin iniş sebebini bilmeyenler, ayetin zahirine bakarak yanlış yorumlar yapmakta ve bu yorumları sebebiyle de hakkında birçok ayet ve hadis olan şefaati inkâr etmektedirler.
3- Müddesir suresi 48. ayette: Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez. Mümin suresi 18. ayette O gün zalimler için müşfik bir dost ve sözü dinlenecek bir şefaatçi de yoktur. buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu manadaki başka ayet-i kerimeleri de öne sürerek şefaati reddetmektedirler.
Biz de deriz ki: Bu ayet-i kerimeler şefaati red değil, aksine ispat etmektedir. Zira Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez. demek, şefaat edicilerin varlığını ispat etmektedir. Demek ortada şefaat ediciler vardır ki, onlardan bahsedilmiştir. Eğer şefaat ediciler olmasaydı, onlardan bahis yersiz olurdu. Kuranda ise yersiz bir tek harf bile yoktur. Ayrıca Kâfirler için dost ve şefaatçi yok. demek, Müminler için dost ve şefaatçi var. demek manasına gelir.
O hâlde bu ayetlerin manası şefaatin varlığını red değil, şudur: Yani ey kâfirler! Siz öyle kötü ve zor bir durumdasınız ki, herkese faydası olan şefaatin bile size yararı olmaz. Küfrünüz sebebiyle şefaat edicilerin şefaatlerinden mahrumsunuz
Bu şuna benzer: Kansere yakalanmış ve hayatından ümit kesilmiş birisine işaret ederek Doktorlar buna fayda vermez. desek, bu sözde doktorları reddetmek değil, hastalığın şiddetini beyan etmek ve artık bu hastaya doktorların fayda veremeyeceğini kabul etmek vardır. Yani artık hastadan ümit kesilmiştir ve hiçbir doktor onu iyileştiremez. Bu sözün manası budur.
Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez. ya da O gün zalimler için müşfik bir dost ve sözü dinlenecek bir şefaatçi de yoktur.demek de böyledir. Bu beyanda şefaat ediciler reddedilmemiş, kâfirlerin küfründen dolayı o şefaat edicilerin şefaatinden mahrum olacakları ve faydalanamayacakları beyan buyrulmuştur. Zaten bizler, kâfirlere ve Cenab-ı Hakkın razı olmadığı kullara şefaat edilemeyeceği hususunda hemfikiriz. Bu ayetlerde zikredilen kullar da bu zümreye ait olan kullardır.
Netice olarak bu ayet-i kerimeler şefaatin yokluğuna değil, bilakis varlığına delildir. Zira şefaat ediciler vardır ki, ayette onlardan bahsedilmiştir. Eğer bu grup hakikatte olmasaydı, elbette zikirleri geçmezdi. O hâlde bizler bu ayet-i kerimeleri, şefaatin varlığına dair naklettiğimiz on ayete ilave ediyor ve bu ayetleri şefaat edicilerin vücuduna delil yapıyoruz.
Buraya kadar olan beyanlarımızı şöyle maddeleyerek meseleyi toparlayalım:
1- Naklettiğimiz bütün ayetlerin ve hadislerin delaletiyle şefaat haktır ve hakikattir.
2- Şefaat ancak Allahın izni ve rızası dâhilinde olacaktır. Bütün şefaatin Allaha ait olmasının manası budur. Hiç kimse kendinden şefaat etme hakkına sahip değildir.
3- Kâfirlere ve Allahın razı olmadığı kullara şefaat fayda vermeyecek ve bu kullar Allahın bu nimetinden mahrum kalacaklardır. Kuranda şefaatin olmadığını bildiren bütün ayetler, bu kullar hakkındadır.
4- Kişinin farzlarda tembellik yaparak şefaate güvenmesi ve haramları işlediği hâlde kurtuluşunu şefaate bağlaması asla doğru değildir. Kişi şefaati umabilir; ama ona dayanarak farzları terk edemez. Şefaat bir reca makamıdır.
5- Cenab-ı Hakkın bazı kullarına şefaat etme hakkını vermesi ve günahkâr kullarını cehennemden o kişilerin eliyle kurtarması, o kişilerin dünyadaki yaşantılarının hürmetinedir. Onların dünyadaki takvaları, ibadetleri, zühdleri, muhabbetleri ve diğer sıfatları bu makama ulaşmalarının sebebi olmuştur.
Cenab-ı Hak, başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Kuran olmak üzere diğer şefaat edicilerin şefaatinden istifade etmeyi bizlere nasip etsin! Şefaati inkâr ederek şefaatten mahrum olan kullar zümresine girmekten de bizleri muhafaza eylesin! Âmin!